Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Admin
Albay
Albay
Admin


Erkek Mesaj Sayısı : 86
Yaş : 30
Nerden : Almanya
Basari :
Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2 Left_bar_bleue83 / 10083 / 100Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2 Right_bar_bleue

Konu Puani :
Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2 Left_bar_bleue24 / 10024 / 100Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2 Right_bar_bleue

Aktiflik :
Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2 Left_bar_bleue25 / 10025 / 100Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 25/07/08

Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2 Empty
MesajKonu: Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2   Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2 Icon_minitimeÇarş. Tem. 30, 2008 7:33 pm

Ebu Süfyan şöyle anlatır: "Kureyş tacirlerinden meydana gelen bir grubla Suriye'ye gitmiştik... Vallahi! Gazze'de bulunduğumuz sırada onun emniyet amiri (yani Herakliyus'un), üzerimize geldi ve: "Siz şu Hicaz'da ortaya çıkan adamın (yani Rasülullah'ın) kavminden misiniz?" diye sordu. 'Evet" dedik, "O halde benimle hükümdara kadar geliniz" dedi. Birlikte hükümdarın huzuruna gelince hükümdar: "Peygamber olduğunu söyleyen şahsın en yakın akrabası hangisidir?" diye sordu. 'Ben" dedim. Bunun üzerine hükümdar "Onu yakınıma getiriniz" dedi. Müteakiben beni karşısına arkadaşlarımı da, benim arka tarafıma oturttu. Ondan sonra tercümanına döndü: "(Ebu Süfyan'ın arkasında duran Kureyş tacirlerini kastederek) Onlara söyle, ben o zat hakkında buna (Ebu Süfyan'a) bazı şeyler soracağım, eğer yalan söylerse onu tekzib etsinler." dedi. Ebu Süfyan der ki: "Vallahi! Yalan söylemiş olsaydım, onlar beni tekzib etmezler, yalanımı yüzüme vurmazlardı, lâkin ben kendisine yalan yakışmayan ulu bir kişiydim, onun hakkında doğruyu söylemenin, yalan söylemekten kolay olduğunu anladım. Zira eğer ben onun hakkında yalan söylemiş olsaydım, arkadaşlarım bunu unutmaz sonra yüzüme çarparlar, halka söylerlerdi, bu yüzden onun hakkında doğruyu söyledim." Herakliyus: "Aranızda zuhur edip, peygamberlik iddia eden şu zat hakkında bana bilgi ver." dedi. Ben, Muhammed'in işini küçültmeğe ve değersiz göstermeğe başladım ve kendisine: "Ey Hükümdar! Onun işine bu kadar ehemmiyet vermene gerek yoktur, onun durumu sana ulaştığı kadar yüce değildir" dedim. Benim sözlerime aldırmaksızın: "Onun durumuyla ilgili soracaklarıma cevap ver" dedi. Ben de "istediğinizi sorun" dedim. Herakliyus: "İçinizde onun nesebi nasıldır?" diye sordu. "Onun nesebi içimizden yücedir" dedim. "Onun soyundan bu sözü ondan önce söylemiş (Peygamber olduğunu belirtmiş), ona benzeyen, başka biri var mıdır?" dedi. "Yoktur" dedim. "Sizin aranızda onun bir saltanatı vardı da, o saltanatı elinden çekip aldığınız için mülkünü geri almak maksadıyla böyle bir iddia ile mi ortaya çıktı?" dedi. "Hayır" dedim. "Sizin aranızda ona tabi olanların durumundan haber ver. Ona inananlar halkın hangi kesimindendir?" diye sordu. "Zayıflar, fakirler, gençler ve kadınlar inanıyorlar. Kavmindeki yaşlılar ve üstünlük sahibi kimselerden kendisine hiç inanan yok." cevabını verdim. "Ona tabi olan onu seviyor, bağlanıyor mu, yoksa ondan ayrılıyor onu terkediyor mu?" dedi. (Başka bir rivayette "onlardan herhangi biri, ona kızıp dininden dönüyor mu?" şeklindedir.) Ben: "Ona inanıp da ondan ayrılan bir adam yoktur" dedim. "Kendisinin sulhü bozduğu var mıdır?" dedi. Bana sorduğu şeylere cevap verirken, daha başka sözler de katarak onu (Rasülullah'ı)jurnal edecek bir şey bulamıyordum. "Hayır! Sulhü bozmaz, ancak biz onunla bir süredir sulh (Hudeybiye'yi kasdediyor) halindeyiz, bozmayacağından emin değiliz." dedim. Ebu Süfyan: "Bana kendiliğimden bir şeyler katmağa imkan verecek bu sözden başkasını bulamadım. Vallahi! Bu sözüme de iltifat etmedi." demiştir. Sonra söze yeniden başlayarak, tercümana döndü: "Ona de ki, ben sana o şahsın neseb durumunu sordum, sen, kendisinin içinizde en soylu neseb'e mensub olduğunu belirttin. Peygamberler de zaten böyle Allahu Teâlâ tarafından kavimlerinin en soylu aileleri içinden seçilip gönderilir. İçinizde bu sözü daha önce söyleyen (Peygamber olduğunu), kendisine benzemek istediği biri var mıydı? diye sordum. Hayır yoktur, dedin. İçinizde, mülk ve saltanatını elinden aldığınız bir hükümdar vardı da, onun mülkünü ele geçirmek arzusuyla mı bu sözle ortaya çıktı? diye sordum. Hayır karşılığını verdin. Ona inananların daha ziyade kimler olduğunu sordum, zayıflar, fakirler, gençler ve kadınlar olduğunu bildirdin. Her zaman peygamberlere tabi olanlar bunlar olmuştur. Senden ona inananların ona bağlanıp sevdikleri veya ondan ayrılıp, uzaklaştıkları hususunda sordum. Ona tabi olanlardan şimdiye kadar ayrılan olmadığını bildirdin. İmanın tadı işte böyledir, çıkacağı bir kalbe girmez. (Başka bir rivayette, "tadı, sevinci kalblere karışan iman böyledir." şeklindedir.) Yaptığı andlaşmaya ihanet eder, bozar mı? dedim. Hayır dedin. Eğer, hakkında bu söylediklerin doğru ise, o zat (Rasülullah) şu ayaklarımın bastığı yer üzerinde bana karşı üstünlük sağlayacak, galip gelecektir. Onun yanında olmak ve ayaklarını yıkamak isterdim. Artık işine gidebilirsin." Ebu Süfyan der ki: "Bunun üzerine onun huzurundan ayrıldım, arkadaşlarımla başbaşa kalınca ellerimi birbirine vurarak şöyle diyordum: Ey Allah'ın kulları! İbn Ebî Kebşe'nin (yani Rasülullah (s.a.)'in) işi hakikaten büyüdü."

Rivayetlerinin birinde Taberî şöyle haber veriyor: "Suriye'den Kostantiniyye (İstanbul)'ye dönmek üzere bulunan Herakliyus, Rasülullah (s.a)'ın mektubu kendine ulaşınca rumları topladı ve onlara: "Ey Rum cemaatı! Sizlere önemli bir işi arzedeceğim, onu size anlattıktan sonra bunun üzerinde düşünün ve kararınızı verin" dedi. Huzurundakiler: "Bu iş nedir?" diye sorunca: "Biliyorsunuz, vallahi bu zat, Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamberdir. Şüphesiz ki, biz onu kitaplarımızda buluyor, bize anlatılan sıfatıyla biliyoruz. Geliniz ona tabi olalım da dünya ve âhiretimiz selâm ve esenlik üzere olsun." dedi. Rumlar: "Mülk ve saltanatça üstün, nüfusça kalabalık, ülkemiz de onların ülkesinden daha büyük ve verimli olduğu halde, arabların emrine mi gireceğiz?" dediler. Herakliyus: "O zaman geliniz, ona her yıl vergi ödeyeyim de, bu vergi sayesinde, onun bize savaş açmasından emin olarak müsterih olalım." teklifinde bulundu. "Nüfus, mal, mülk ve saltanat bakımından onlardan üstünüz. Ülkemiz de ülkelerinden verimlidir. Böyle olduğu halde aşağılık ve zelil araplara haraç mı vereceğiz? Vallahi bunu ebediyyen kabul edemeyiz." dediler. Herakliyus: "Pekala, gelin kabul edin de, Suriye toprağını ona verip, Şam bölgesi (Suriye, Filistin, Ürdün, Dımeşk, Humus ve Derb)'nin diğer taraflarının bizde kalması şartıyla bir anlaşma yapayım." dedi. Onlar: "Suriye toprağını ona vereceğiz ha? Halbuki sen, Suriye toprağının, Şam bölgesinin en verimli yöresi olduğunu biliyorsun? Vallahi bunu asla yapamayız." dediler. Herakliyus tekliflerini kabul etmediklerini görünce şöyle dedi: "Vallahi! Ondan kaçındığınız takdirde, kendi şehrinizde size galip geldiğini göreceksiniz." Sonra katırına bindi, onların huzurundan ayrıldı, Suriye topraklarının bittiği mevkie gelince, Suriye tarafına dönerek: "Elveda Ey Suriye." dedi ve atını tekmeledi, hızlı bir şekilde Kostantiniyye'ye gitti."

Bütün bu anlatılanlardan anlaşıldığına göre, muhtelif arapça rivayetler, Herakliyus'un İslâm'ı kabule meylettiği hususunda neredeyse görüş birliğindedirler. Rumların bu dine girmeği reddetmesinin en mühim sebepleri, İslâm'ın, durumlarını küçük ve hakir görüp sömürdükleri arapların dini olması ve Herakliyus'un devletinin ileri gelen ricali ve din adamları yanında zayıf kalmasıdır. Nitekim o, evvela İslâm'ı kabul edip etmemeleri hususunda onları serbest bırakmış sonra da Suriye bölgesi toprağından bir bölümünü vererek müslümanlarla anlaşma yapmak istemiştir.

Bilhassa elimizdeki tarihi kaynaklara dayanarak bu devrede Herakliyus'un, haricî tehlikelerle kuşatılmış olduğunu öğrendikten sonra, Arapça kaynakların kaydettiği bu rivayetlerin tamamının doğruluğuna güvenemeyiz. Her ne kadar, Avarlar ve Slavlara (Sakaalibe) karşı zafer kazanmış, Suriye ve Mısır'ı geri almış, 627 M. yılında Cezire bölgesinde Ninova savaşında İranlılara karşı zafer kazanarak askerleriyle İran topraklarına girip başşehir Medayin'i tehdit etmiş (M. 628) olsa da, aynı dönemde İran Kisrası Husrev'in ordusu Anadolu'yu geçerek İstanbul'u kuşatmış, neredeyse İstanbul'u ele geçirecek duruma gelmişti.

Bazı rivayetlerde bildirildiği gibi, Herakliyus'un durumu, zihnini meşgul eden düşünceler ve aklına gelen tehlikeler, kendisini İslâm'ı kabul etmeye sevketmiştir. Zira o, İranlılarla yaptığı harbten çıktıktan hemen sonra, yeni bir düşmanla harbe girmek istemiyordu. Çünkü o, yeni kurulan İslâm devleti tarafından, kendisine yönelecek yeni bir tehlike çıkacağını biliyordu.

Mısır, Filistin ve Suriye bölgelerinde Müslümanlarla savaşmak için kalabalık ordular toplaması, Mısır Mukavkısının arablarla sulh yaptığını duyunca ona kızarak Kostantiniyye'ye çağırıp sonra da sürgüne göndermesi ve Mısır'a gönderdiği rum komutanları azarlayıp arablarla savaşa teşvik etmesi, Herakliyus'un bu işte dînî olmaktan ziyade siyâsî sebebler gözettiğini gösteren delillerdir. Herakliyus, 641 yılında müslümanların Babylon kalesini muhasaraya devam ettikleri sırada ölmesine kadar aynı şekilde hareket etmiştir.

Arap tarihçilerini, Herakliyus'un İslâm'a girmeğe niyetlendiğini, kabule iten sebeblerden biri şüphesiz Taberî'nin kaydettiği şu hadisedir:

"Herakliyus, Dıhye el-Kelbî'yi (Rasülullah'ın elçisi) ağırladı ve ona kıymetli hediyeler ve güzel elbiseler verdi.”O Ancak Hısmâ bölgesine geldiği sırada Cüzam kabilesinden bazıları Dıhye'nin yolunu kestiler, elindeki hediyelerin tamamını gasbettiler. Dihye, Medine'ye gelince evine girmeden Rasülullah'a gelerek durumu arzetti. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.), bir seriyye'nin başında Zeyd b. Harise'yi Hısmâ'ya gönderdi.

Bu haberde bildirilen olayların doğruluk ihtimalini kabul etmekle beraber, Herakliyus'un Dıhye'ye lütufkâr davranıp hediye ve bahşiş vermesinin, Rasülullah'ın durumunun güçlenmesinden korktuğu için müslümanların kaîblerini kendisine ısındırmak maksadıyla başvurduğu bir nevi siyasetten ileri geçmediğini düşünmek de mümkündür. Herakliyus'un devlet adamlarını toplayıp, onlara İslâm dinini arzettiği esnada, kabul etmediklerini ve kendisi bu dine girdiği takdirde isyan edeceklerinde kararlı olduklarını anlayınca bu tekliften vazgeçmesi, bu görüşün doğruluğunu gösteren en büyük delildir. Sonunda o şöyle demişti: "Ey Rum topluluğu! Bunları, yeni çıkan din karşısında, sizin kendi dininize olan bağlılığınızı denemek için arzettim. Şüphesiz sizde beni sevindirecek şeyler gördüm."

Bizans İmparatoru Herakliyus tarafından Mısır idareciliğine getirilmiş olan Mukavkıs'a gelince, o da Peygamber (s.a.)'in elçisi Hâtib b. Ebî Beltaa'ya hediye vermede Herakliyus'dan daha geri kalmadı. Arap tarihçileri, onun elçiyi güzel karşıladığı ve "Bir peygamberin geleceğini biliyordum, fakat, onun Şam'dan çıkacağını sanıyordum. Ondan önceki peygamberler buradan çıkmıştır. Şimdi görüyorum ki o, yoksul ve fakir bir ülkede Arapların içinde zuhur etmiş. Kıptîler ona tabi olma hususunda bana itaat etmezler ve ben, seninle yaptığım bu konuşmanın duyulmasını da istemem." şeklinde cevap verdiği hususunda hemen hemen ittifak etmektedirler.

Mukavkıs, Peygamber (s.a.)'e hediyeleri göndererek elçiyi yolcu etti. Tarihçiler, bu hediyelerden Mâriyei Kıptiye (r.a.) ile kız kardeşi ve birtakım kıymetli eşyalar hususunda ittifak etmektedirler. Peygamber (s.a.)'in Mâriyei Kıptiyye adında bir cariyesinin bulunduğu ve bundan İbrahim adında bir oğlunun doğduğu hususunda tarihçilerin ittifakına istinaden, bu rivayetin doğruluğuna güvenebiliriz.

Mukavkıs'ın, Hâtıb b. Ebî Beltaa'yı iyi karşılaması ve aralarında Mâriye (r.a)'nin de bulunduğu hediyeleri göndermesi neticesinde, Peygamber (s.a.), Mısır halkı Kıptileri övmüş ve onlar hakkında iyi davranılmasını tavsiye etmiştir. Nitekim Rasülullah şöyle emretmişti: "Allah benden sonra size Mısır'ın fethini nasip edecektir, o zaman Kıptilere iyi davranın, çünkü içinizde onların damadı ve hakları vardır.

Necâşî'ye gelince, İslâm tarihçilerinin müslümanlığı kabul ettiğini te'kit etmesine, hayatı boyunca Muhammed (s.a) ile çok iyi ilişkiler içinde olmasına rağmen, bütün bunlar bizi O'nun müslüman olduğunu kabule zorlayamaz. Nitekim güvenilir tarihçilerin çoğu, İslâmiyyetin Habeşistan'da epeyce bir zaman sonra yayıldığı hususunda nerede ise ittifak etmişlerdir. Taberî ve ibnu'l-Esîr'in rivâyetleri de bunu göstermektedir. Bunların rivayetine göre "Hz. Ömer zamanında Habeşliler, İslâm ülkesinin bazı sınır bölgelerine saldırmış ve yağmalamışlardı. Bunun üzerine Hz. Ömer, Alkame b. Mucezziz el-Müdlicî komutasında bir müslüman birliğini deniz yoluyla onlara karşı savaşmak üzere gönderdi; fakat bu birlik hezimete uğrayıp imha edildiği için o, hiçbir kimseyi denizyoluyla savaşa göndermemeye karar verdi.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://tgksitesi.forumieren.com
-r@mbo-
Binbasi
Binbasi
-r@mbo-


Erkek Mesaj Sayısı : 100
Yaş : 30
Nerden : TÜRKİYE
Basari :
Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2 Left_bar_bleue100 / 100100 / 100Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2 Right_bar_bleue

Konu Puani :
Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2 Left_bar_bleue35 / 10035 / 100Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2 Right_bar_bleue

Aktiflik :
Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2 Left_bar_bleue32 / 10032 / 100Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 27/07/08

Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2 Empty
MesajKonu: Geri: Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2   Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2 Icon_minitimeC.tesi Ağus. 02, 2008 6:58 pm

SAOL KARDEİ BİLGİLENDİRDİĞİN İÇİN
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.orhaniyeli.tr.gg
 
Hz Muhammedin Mektuplari Bölüm 2
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Islam :: Hz. Muhammed S.A.V-
Buraya geçin: